12 Ekim 2021 Salı

Yılan ve Güvercin || Shelby Mahurin

Kitabı incelemek için: Goodreads

***
Cadı ile cadı avcısı kutsal evlilik bağıyla birleştiklerinde hikâye tek bir şekilde bitebilir
AŞK ve ATEŞ

Louise le Blanc bağlı olduğu cadılar meclisinden iki yıl önce kaçıp Cesarine şehrinin gölgelerine gizlenmişti. Cadıların avlanıp yakıldığı bu şehirde büyüsünü kullanmaya cesaret edemese de yetenekli bir hırsız olarak bıçak sırtında yürüyordu.

Cadı avcısı Reid Diggory’nin ise hayattaki tek ideali kötülüğü yeryüzünden silmekti. Fakat kaderin hain bir oyunu yüzünden Lou ile Reid evlenmek zorunda kaldıklarında, zamanla aralarında karanlık sırlardan başka şeyler de filizlenecekti.

***

Yoruma nasıl başlayacağımı bilmiyorum şu an içimde delice bir duygu patlaması var. Her şey birbirine girdi resmen çünkü ben bu kitaba AŞIK OLDUM! 😍😍😍

“Al hadi.” Gülmemeye çalışmaktan neredeyse kaburgalarımı incitecektim. “Zaten yeterince okudum. Çok dokunaklılar, gerçekten. Onun mektupları daha beterdi, böyle bir şey mümkünse tabii.”
Hırladı ve üzerime yürüdü. “Sen... sen benim kişisel şeylerimi... benim özelimi...”
“Seni başka nasıl tanıyabilirdim ki?” diye sordum tatlı tatlı, o yaklaşırken küvetin etrafında dans ederek.
Başından sonunda dek her şey o kadar muazzamdı ki... en sevdiğim karakterleri, en sevdiğim seriyi buldum sanırım! Umarım devam kitapları da bu kadar mükemmeldir😍
Lou bir cadı... Reid ise cadılara karşı nefretle büyütülmüş, hayatını cadıları avlamaya adamış, onları canlı canlı yakmanın doğruluğuna inandırılarak eğitilmiş bir avcı, bir Chasseur. Reid, Lou’nun gerçek kimliğinden habersiz olsa da birbirlerine düşman olmaları için yeterli sebepleri oluyor. Fakat hayatları bir şekilde birbirlerine öyle bir bağlanıyor ki, tek çareleri anlaşmalı bir evlilik oluyor. Buradan sonra ise yaşanan her şey inanılmazdı.😍😍

Bana bir kez daha vurmak için yumruğunu kaldırdı ama Chasseur yıldırım hızıyla hareket etti. Eli Başpiskopos’un bileğini yakaladı.
“Eğer bu kadın benim karım olacaksa,” dedi, sert bir şekilde yutkunarak, “ona bir daha dokunmayacaksınız.”
Başpiskopos dişlerini sıktı. “Bu, kabul ediyorsun mu demek?”
Chasseur adamın bileğini bıraktı ve bana baktı, kırmızının daha koyu bir tonu boğazını ele geçiriyordu. “Sadece o da kabul ederse.”


Bir fantastik kurgudan bekleyeceğim her şey fazlasıyla vardı kitapta. Kurgu ince ince işlenmişti. Kitaba başladığım gibi olayların içine dahil oldum ve sürüklendim gittim adeta. Bir an keyifle kıkırdarken, bir an soluğumu tutmuş, yüreğim ağzımda okurken buldum kendimi. Bitirmemek için ne kadar çırpınsam da başladığım gibi bitirmem, devamı için çıldırmam bir oldu diyebilirim. Devamında olacaklar için hem korkuyorum hem de meraktan çıldırıyorum. Karakterleri de ilk andan itibaren her şeyleriyle çok sevdim.

“Seni asla mülküm olarak görmedim.”
“Başpiskopos görüyor ama.”
“Başpiskopos... yanılıyor.”
Aniden kaşlarım yukarı kalktı. “Kulaklarım beni aldatıyor mu yoksa az önce değerli piskoposun hakkında kötü mü konuştun?”
Reid yılgınlıkla elini bakırımsı saçlarının arasından geçirdi. “Sadece... Bırak, Lou. Lütfen. Hakkında ne düşünürsen düşün, bana her şeyi o verdi. Bana bir hayat, bir amaç verdi.” Gözleri kalbimi tekleten bir samimiyetle benimkilerle buluştuğunda tereddüt etti. “Bana seni verdi.”


Lou okuduğum en neşeli, en güçlü, en cesur, en manipülatif, en ağzı bozuk, en özgürlüğüne düşkün, en şefkatli, sevdiklerine verdiği değerle, bağlılığıyla kısacası her şeyiyle en sevdiğim kadın karakter oldu. Lou’yu okuduktan sonra onu sevmemek gibi bir ihtimal olduğuna inanmıyorum, gerçekten. Neşesinin ardına gizlediği yaralarını gördükten sonra onu sarıp sarmalamak istedim.❤️Benim küçük kâfirim.😢 Yalanlarıyla, oyunlarıyla, etrafına saçmaktan hiç çekinmediği neşesiyle, Reid’i çıldırtmak için elinden geleni ardına koymayışıyla kalbimi ilk anda çaldı. Bir karakterde olmasını isteyebileceğim her şeyin kusursuz bir oranla vücut bulmuş haliydi resmen.😍😍

”Ama şimdi Lou’nun pek bir şeyden bahsetmediğini fark etmiştim. Tam bir kapalı kutuydu. Sırıtmalar, rahat kahkahalar, hileler, kaba dil ve alay... hepsi savunma mekanizmalarıydı. Dikkat dağıtmak içindi. Birini çok yakından bakmaktan alıkoymak içindi. Coco’yu bile.
Beni bile.”


Reid’le ilgili her şey tam ve kesindi, her renk ait olduğu yerdeydi. Su katılmamış bir kararlılıkla dünyayı siyah beyaz görüyordu, aradaki karmaşık kömür renklerinin hiçbirinin cefasını çekmeden. Kül ve dumanın rengi. Korku ve şüphenin.
Benim rengim.
Reid ise o devasa cüssesiyle kitaba dahil olduktan sonra ona kapılmamam mümkün değildi. Sarsılmaması için elinden geleni yaptığı inançlarıyla, inandığı şeylere duyduğu bağlılığıyla, verdiği sözlerin arkasında duruşuyla, kalbini Lou’ya açtıktan sonra dönüştüğü hâliyle, her şeyiyle kalbimi çaldı. Gerçekleri öğrendikten sonraki bocalamasında bile ona tam anlamıyla kızamadım çünkü tüm hayatını nasıl geçirdiğini düşündüğümde benim için tavrı hiç de beklenmedik değildi. Lou bebeğimin kalbinin kırılmasından nefret etsem de Reid’i tümüyle haksız bulup ona kızamadım. Neyse ki aklını başına çabucak alabilecek kadar zeki ve kalbimi tümüyle kazanacak kadar aşıktı.🙃

“Seni seviyorum, Lou.” Gözleri taze gözyaşlarıyla doldu. “Ben... hiç kimsenin bir şeyin tadını senin kadar çıkardığını görmedim. Bana yaşadığımı hissettiriyorsun. Sadece senin yanında olmak bile bağımlılık yapıyor. Bağımlılık yapıyorsun. Bir cadı olman fark etmez. Dünyayı görme biçimin... Ben de öyle görmek istiyorum. Her zaman seninle olmak istiyorum, Lou. Bir daha asla senden ayrılmak istemiyorum.”
Gözyaşlarının yanaklarımdan süzülmesine engel olamadım. “Nereye gidersen ben de oraya gideceğim.”


Ana karakterlerden birini bu denli sevmek bile benim için zorken ikisini de bu kadar sevmiş olmam... beklenmedik ama harikaydı!🥰

“Ortada hiçbir zaman seçenek olmamıştı. En azından benim için. Onu geçit töreninde o saçma takım elbise ve bıyık takmış hâliyle gördüğüm ilk andan itibaren kaderim mühürlenmişti.
Onu seviyordum. Her şeye rağmen. Yalanlara, ihanete, incinmeme rağmen. Başpiskopos ve Morgane le Blanc’a rağmen. Kendi kardeşlerime rağmen. O sevgiye karşılık verip vermediğini bilmiyordum ve umursamadım da.
Cehennemde yanmaya mâhkumsa onunla yanardım.”


Lou ve Reid’in atışmalarını, birbirlerine yavaş yavaş güvenemeye başlamalarını, ilişkilerinin tatlı tatlı ilerleyişini bayılarak okudum. Öğrendiğimiz gerçeklerle hikaye ilerledikçe hem çok şaşırdım hem de her an bir şey olacak korkusuyla kıvranıp durdum. Devamında neler olacak gerçekten inanılmaz merak ediyorum. Umarım Yabancı Yayınları bizi çok bekletmez.

Onu seviyordum. Hem de çok. Böyle bir aşk sadece kalpten ve zihinden oluşan bir şey değildi. Hissedilecek ve unutulacak, insana dokunmadan dokunulabilecek bir şey değildi. Hayır... bu aşk başka bir şeydi. Geri alınamaz bir şey. Ruhun bir parçasıydı.
Onu hatırlayacağımı biliyordum. Ölümden sonra bile yokluğunu hissedecektim, bir daha asla olamayacağı bir şekilde bana yakın olması için acı çekecektim. Benim kaderim buydu: Sonsuz azap. Onu düşünmek ne kadar acı verse de onun küçük bir kısmını bile yanımda tutmak için acıya memnuniyetle katlanırdım. Acı gerçek olduğumuz anlamına geliyordu.
Ölüm onu benden alamazdı. O bendi. Ruhlarımız bağlıydı. Beni istemese bile, adını lanetlesem bile biz birdik.

Ayrıca Coco, Ansel ve Beau üçlüsüne de bayıldım.😍 Serinin devamında da bu üçlüyü görmekten fazlasıyla keyif alacağımı düşünüyorum.

“Tavernalarda bir sürü kadın vardır, Ansel. Biz kadınlar senin düşündüğün gibi varlıklar değiliz. Sizin yapabildiğiniz her şeyi biz de yapabiliriz - muhtemelen daha iyi bir şekilde. Bu kilisenin dışında koca bir dünya var. İstersen sana gösterebilirim.”

Kitapla ilgili herhangi bir tereddütünüz varsa hemen boşverin ve okumaya başlayın bence, pişman olmayacaksınız asla.❤️
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder