4 Ağustos 2020 Salı

Aşk ve Ölüm Oyunu || Martha Brockenbrough

Kitabı incelemek için: Goodreads
*** Troyalı Helen ve Paris. Romeo ve Juliet. Leyla ile Mecnun.
Ve şimdi de…
Henry ve Flora.

Yüzyıllardır kimin kazanacağı belli bir Oyun’u sürdüren Aşk ve Ölüm, 1920’lerin yağmurlu Seattle semalarında yeni oyuncuları seçtiklerinde zarların bir kez daha atılma zamanı gelip çattı.

Ölüm, sevdiği herkes parmaklarının arasından kayıp giderken uçmanın ve tıpkı annesi gibi şarkı söylemenin özgürleştirici hissiyle avunan Flora’yı seçti.

Aşk’ın tercihi ise, kendini içinde bulunduğu topluma ait hissedemeyen ve yaratıcı ruhunu müzikle kamçılayan cesur Henry’ydi.

Fakat bu ikili sadece iki ezeli düşmanın hamleleriyle değil, sınıfsal ve ırksal çatışmalarla da uçurumun kenarına sürüklenirken cevaplanması gereken sorular vardı.


Her şeye rağmen birbirlerini seçecekler mi? Yoksa Oyun’un bir piyonu olmaya boyun mu eğecekler?

***


Kitap 1920’de Aşk ve Ölüm’ün yüzyıllardır süren oyunları için kendilerine birer oyuncu seçmeleri ile başlıyor. Aşk, Henry’yi, Ölüm ise Flora’yı seçiyor. Ve 17 yıl boyunca oyuncularını izleyerek oyunun başlamasını bekliyorlar. 17 yılın sonunda ise zarlar atılıyor, süre belirleniyor ve oyun başlıyor. Aşk ve Ölüm kendilerinin kazanmaları için ellerinden geleni yapmaya başlıyorlar.
Flora Saudade, pilotluğa ve gökyüzüne tüm kalbiyle bağlı bir karakter ve hayallerine ulaşabilmek için ailesinden kalan kulüpte şarkı söylüyor. Henry Bishop ise ailesini kaybetmesinin ardından babasının bir arkadaşının evinde, saygın bir aile ortamında büyüyor. Kendini müziğe adamış olsa da, bulunduğu çevreden dolayı başka bir işle, matbaacılıkla uğraşıyor. Karakterlerimizin müziğe olan bağlılıkları toplum tarafından pek hoş karşılanmadığı gibi bir de sınıf farklılıkları ve ten renklerinin farklılıklarıyla toplum baskısı iyice artıyor. Yani nereden bakarsanız bakın, birliktelikleri imkansız gözüküyor. Fakat Aşk, oyunu kazanmak için elinden geleni yapıyor. Tabii Ölüm de hiç boş durmuyor ve müdahaleleriyle işleri iyice zorlaştırıyor.

“Hayatını riske atmayı beni sevmeye tercih mi ediyorsun?”
“Bu o kadar basit değil,” dedi.
Acı öyle yoğundu ki Henry bir an nefes alamadı. Neden onu sevememişti ki? Neden en azından denememişti ki?
“Henry!” diye bağırdı Flora. “Üzgünüm.”
“Ben değilim,” dedi. “Neden kaybedeceğimizden bu kadar emin olduğunu bilmiyorum. Senin için savaşırdım. Ömrümün son ânına dek.”


Kitabın çıkış fikrini, kurgusunu fazlasıyla sevdim. Ve çok bölük pörçük okumama rağmen akıcılığından hiçbir şey kaybetmedi. Fakat karakterlerle tam olarak bir bağ kuramadım. Açıkçası duyguları çok fazla hissedemedim okurken. Aşk ve Ölüm’ün müdahaleleri, onların tarafında ilerleyen hikaye oldukça başarılıydı bence ama Henry ve Flora arasında daha elle tutulur, daha yoğun duygular görmek isterdim. Ölüm’ün oyunlarını alt edebilecek, çok güçlü, hayranlık uyandıracak bir aşk beklemiştim. Ama maalesef öyle olmadı. Eğer beklediğim gibi olsaydı kitap favorilerimden biri olabilirdi. Bu yüzden tam olarak ne sevdim ne de sevemedim diyemiyorum. Çok arada kaldım doğrusu.🙊 Farklı bir kurgu arayışındaysanız ve beklentilerinizi de biraz daha düşük tutarsanız benden daha fazla sevebilirsiniz diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder