Kitabı incelemek için: Goodreads
“Canavarlar, ancak kendilerine hayat veren hikâyeler kadar gerçektir...”Audrey Rose, Londra’da başına gelen deh- şet verici olayların etkisinden henüz çıkamamıştır. Hayatındaki değişimlerle yüzleşmeye fırsat bulamadan kendini yeni bir maceranın içinde bulur. Yeni arkadaşı Thomas’la adli tıp eğitimi almak için Romanya’ya doğru bir yolculuğa çıkarlar. Ancak korku dolu geçmişi, geleceğini şekillendirmek isteyen genç kızın peşini bir türlü bırakmaz...
“Tarihsel kurgu, romantizm, adli tıp, cesur bir kadın kahraman, akıcı bir hikâye, cinayetler silsilesi ve tarihi çizimleri bir kitapta buluşturan Maniscalco, okuru, kana bulanmış romantik bir ilişkinin içine çekiyor.”
Kapıya giderek tablonun yüzünü çevirdim ve gördüğüm resim karşısında nefesim kesildi. Tek bir orkide, buzla sarmalanmış gibi parıldıyordu. Fakat iyice eğilip baktığımda yanıldığımı fark ettim. Orkide aslında yıldızlarla kaplı bir gökyüzüydü. Thomas, bütün evreni en sevdiğim çiçeğin biçimini vererek çizmişti. Karındeşen soruşturması esnasında bana bir orkide verdiği an aklıma geldi.
Tabloyu duvara yasladım ve başımı kaldırıp ona baktım. “Nereden bildin?”
“Ben...” Thomas bakışlarını tablodan ayırmadan yüksek sesle yutkundu. “Gerçeği söyleyeyim mi?”
“Lütfen.”
“Üzerine orkide çiçekleri işlenmiş bir elbisen var. Kurdeleleri çok koyu mor renginde. O rengi çok seviyorsun ama bu sevgi, benim sana hissettiklerimin yanına bile yaklaşamaz.” Derin bir nefes aldı. “Yıldızlara gelince... Onlar benim tercihim. Tıpla uğraşmaktan ve çıkarım yapmaktan bile daha öte bir şey. Evren çok büyük. Benim bile çözme umudum olmayan bir matematik denklemi. Zira yıldızların bir sınırı yok, sonsuz sayıdalar. Bu yüzden sana duyduğum aşkı ancak onlarla ifade edebiliyorum. Ölçülemeyecek kadar engin bir aşk...”
MUAZZAMDI!
Gerçekten her şeyiyle muazzamdı!
İlk kitabı ne kadar sevmiş olsam da bu kitap çok daha fazlasıydı. Çok daha güzeldi. Büyülenmiş hissediyorum şu an.😍😍
Kitabımız, Audrey Rose ve Thomas’ın Romanya’da eğitim alacakları Adli Tıp ve Adli Bilimler Akademisi’ne, Prens Dracula’nın şatosuna, doğru yaptıkları yolculukla başlıyor. Ancak yolculukları sırasında da ilginç bir cinayet çiftimizin peşini bırakmıyor. Akademiye ulaştıklarında da artan gizemli cinayetler, onları bu sırların peşinden sürüklüyor. Biz de hem akademide kendilerine bir yer edinme çabalarını hem de cinayetlerin arkasındaki gerçekleri arayışlarını okuyoruz.
“Kabul et artık. Son öpüşmemiz oldukça heyecan vericiydi.” Öne eğilerek yakışıklı yüzünü benimkine yaklaştırdı. Yanımda uyuklayan Bayan Harvey’ye aldırış edem yoktu. Gözbebeklerindeki benekleri fark ettiğimde kalp atışlarım hızlandı. Büyüleyici huzmeleriyle beni içine çeken altın renkli güneşleri andırıyorlardı. “Bir öpücük daha istemediğini söyleme bana sakın.”
Bakışlarımı onun umutlu yüzünde gezdirdim. İşin aslı, geçen ay başımıza gelen korkunç şeylere rağmen onunla tekrar romantizm yaşamayı gerçekten istiyordum. Ancak bu içinde bulunduğum yas dönemine ihanet etmek gibi geliyordu.
“İlk ve son öpücük,” diye hatırlattım ona. “Üstelik o iki zorbanın ellerinde can vermekten son anda kurtulmamızın etkisiyle damarlarımda dolaşan adrenalin yüzünden oldu. Senin ikna kabiliyetin sayesinde değil.”
Dudaklarına hınzır bir gülümseme yayıldı. “Bizi tekrar tehlikeye atsam, yine aklını çelebilir miyim?”
“Biliyor musun, ağzını açmadığında daha hoş oluyorsun.”
“Ah.” Thomas arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı. “İki türlü de beni hoş buluyorsun yani.”
İlk kitapta cinayetler Karındeşen Jack efsanesinden beslenirken, bu kez karşımıza Dracula çıkıyor. Kitapların böyle efsanelerin uyarlamaları üzerinden ilerleyişini ayrıca çok seviyorum. Diğer kitaplarda nasıl maceralarla karşılaşacağımı inanılmaz merak ediyorum bu yüzden.🤩
“Cinsiyetim yüzünden bana sataşmalarına müsamaha göstermeyecektim.
Hepimiz buraya bir şeyler öğrenmeye gelmiştik. Bir sorun varsa bu onun sorunuydu, benim değil. Belki de artık babalar oğullarına,genç hanımların yanında nasıl davranacaklarını öğretmelilerdi. Her ne kadar toplum tarafından yanlış bir şekilde koşullanmış olsalar da bizden üstün doğmuş değillerdi. Burada hepimiz eşittik.”
Audrey Rose ve Thomas’ı en başından beri seviyorum fakat sanırım bu kitapla ikisini de çok daha fazla sevdim. Zaten hikayenin 19.yy’da geçmesine rağmen Audrey Rose’un o dönemde görmeye alışkın olduğumuz kadın karakterlerden çok farklı oluşuna hayranım gerçekten. O ne istediğini bilen ve onu almak için elinden gelen her şeyi yapan halini, baskılara boyun eğmeyen, sorgulayan güçlü bir kadın karakter oluşunu çok seviyorum. Bence böyle karakterleri okumaya çok fazla ihtiyacımız var.💪🏻
Yanaklarım tekrar alev aldı. Usulca kenara çekildim fakat kalabalığın arasına karışmaya niyetim yoktu. İtaatsizliğim sebebiyle beni programdan atması umurumda bile değildi. Sırf Tanrı bana çocuk doğurma kabiliyeti verdi diye aklım yetersizmiş gibi davranılmasını kabul etmeyecektim. İçimden, boş ver gitsin, diye çığlıklar atıyordum fakat sonucu ne olursa olsun bu basit emre itaat etmem mümkün değildi.
Duruşumu dikleştirdim. “Ben neşterimle çalışabileceğim yere aitim, efendim.”
“Rahat ol, Wadsworth. Bu ormanın sivri dişleri yok.”
“Hatırlattığın için teşekkürler, Cresswel,” dedim tatlı tatlı. “Sen olmasan ne yapardım?”
Thomas yüzünde gördüğüm en ciddi ifadeyle bana döndü. “Beni deli gibi özlerdin, bunu biliyorsun. Tıpkı bir gün ayrı düşersek benim seni hayal bile edemeyeceğim kadar özlediğim gibi.”
Thomas’a ise ne söylesem az kalacak. Gerçekten aşık oldum ona.😍 Zekasına, muzipliklerine, ukalalığına, gerçek bir prens olacak kadar zarif karakterine, Audrey Rose’a olan duygularını hiç gizlemeden her fırsatta dile getirişine, onun için her şeyi göze alışına, ona verdiği değere, Audrey Rose’un eşitlik isteğine her şeyiyle karşılık verişine hayran kaldım yine. E böyle olunca da Thomas’a aşık olmaktan başka bir seçenek kalmadı bana.❤️😍 Ağzını açtığı her yeri yüzümdeki sırıtışla defalarca okudum.🥰❤️
“Bu çok hoş bir düşünce. Ama belki de çoktan babamla konuştun ve bir tarih belirlendi. Böyle bir şey daha önce yaşanmıştı.”
“Blackburn aptalın tekiydi. Ben senin bu konuda karar hakkın olması gerektiğine inanıyorum. Seni, kendi hayatından dışlamayı aklıma bile getirmem.”
“Babam muhtemelen... Emin değilim. Böyle modern bir yaklaşımı onaylamayabilir. Nihayetinde ondan önce benim onayımı alıyorsun. Onun fikrine değer verdiğini zannediyordum.”
Thomas elini yüzüme götürerek usulca alev alev yanan çenemi okşadı. “Doğru, babanın onayını almak istiyorum. Ama asıl istediğim senin iznin. Başka kimsenin değil. Bu başka türlü olmaz. Sen, sahip olunacak bir şey değilsin.” Dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Öyle usulca dokunmuştu ki bunu hayal etmiş bile olabilirdim. Göz kapaklarım titreyerek kapandı. Öpücükleriyle beni aya uçacak bir buharlı geni yapmaya bile ikna edebilirdi. Yıldızların çevresinde beraber dönebilirdik. “Sen, kendine ait bir lütufsun.”
Başından sonuna dek heyecanla okudum kitabı. Tahminlerim her geçen bölümde değişip durdu ve Cressworth bebeklerim kendilerini tehlikeye attıkça yerimde duramadım endişeden. Bazı tahminlerim tutmuş olsa da sonu büyük bir sürpriz oldu benim için. Yazarın anlatımını da çok seviyorum gerçekten. Kitabın hem romantik hem gotik atmosferini çok sevdim. Canım çiftimi atılacakları yeni maceralarda okumak ve yeniden Thomas’ın büyüleyiciliğine kapılmak için sabırsızlanıyorum.🙃❤️
“Rumenceyi nasıl bu kadar iyi biliyorsun?” diye sordum. “Sivri dilden başka akıcı konuştuğun bir dil olduğunu bilmiyordum.”
“Annem Rumendi,” dedi Thomas. “Çocukluğumuzda bize türlü halk hikâyeleri anlatırdı. Rumenceyi doğduğumda öğrenmeye başladım.”
Kaşlarımı çattım. “Bundan daha önce bahsetmek aklına gelmedi mi?”
“Ben sürprizlerle doluyumdur, Wadsworth.” Thomas battaniyesini kafasına çekti. “Uzun bir hayat boyunca bu tür keyifli şeyleri keşfetmeye hazır ol. Böylece aramızdaki gizem ve alev hep canlı kalır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder