Kitabı incelemek için: Goodreads
***
Gün, her zamanki gibi başlamıştı.
Tren koridorunun öbür ucundaki adam beni büyüleyene dek.
Küçük dağları o yaratmış gibi telefonda birine bağırıyordu.
O takım elbiseli, kibirli adam kendini ne sanıyordu, Tanrı mı?
Aslında bir tanrıya benziyordu. O kadar.
Durağı geldiğinde aniden kalkıp gitti. O kadar aniydi ki telefonunu düşürdü.
Telefonunu ben almış olabilirim.
Tüm fotoğraflarını karıştırmış ve birkaç numarayı aramış da olabilirim.
Geri verecek cesareti toplayana kadar gizemli adamın telefonunu günlerce tutmuş olabilirim.
Şehrin öbür ucundaki havalı şirketine kendimi sürüklediğimdeyse beni görmeyi reddetti.
Ben de telefonu küstah pisliğin ofisine bıraktım.
Bu arada telefonunda edepsiz bir fotoğraf bırakmış olabilirim.
Mesaj atmasını beklemiyordum.
Konuşmalarımızın bu kadar ateşli olmasını beklemiyordum.
İkimiz ancak bu kadar zıt olabilirdik.
Fakat zıt kutuplar hakkında ne söylediklerini bilirsiniz.
Yüz yüze geldiğimizde, birbirlerini çekmekten daha fazlasını yaptıklarını keşfettik: Biz, birbirimizde kaybolduk.
Sürüklendiğim macera beni tamamen hazırlıksız yakalamıştı. Bu macera bittiğinde kendimi bulduğum yere hazır olmam da mümkün değildi.
Her güzel şeyin bir sonu vardır, değil mi?
Bizim sonumuzsa tahmin edilemezdi.
***
Uzun zamandır beni bu kadar eğlendiren bir kitap okumamıştım! Çoook iyi geldi!
Her ne kadar belirli bir tarzda hikayelerle ilerliyor olsalar da ben Vi Keeland & Penelope Ward kalemlerinin birleşimini çok seviyorum. Karakterlerini sevdiğim, hikayelerini keyif alarak okuduğum sürece klişelerle hiçbir sorunum yok. Bu kitapta da beklendik bir olay örgüsü vardı, evet, ama her anından büyük bir keyif alarak okumama engel olmadı asla. Tamam, itiraf ediyorum, malum kişinin hikayeye dahil olduğu anlardan pek de keyif almadım.🙊😡
'Burnu Havada Takım Elbiseli Adam' Graham Morgan bir sabah işe giderken Soraya ile aynı trene biniyor. Etrafına güç, başarı, ego, yakışıklılık ve karizma ışınları yayan Graham elbette anında Soraya'nın dikkatini çekiyor. Ve sonrasında, Graham'ın trenden inerken düşen telefonu Soraya'nın eline geçiyor. Telefonu teslim etmekle merakı arasında gidip gelen Soraya birkaç gün sonrasında Graham'ın ofisine gidiyor ve aslında her şey telefona bıraktığı fotoğraflar ve mesajla başlıyor. Buradan sonra Soraya ve Graham'ın mesajlaşmalarını, telefon konuşmalarını, bence hikayenin en eğlenceli kısımlarını, okuyoruz. Ayrıca Soraya'nın çalıştığı Ida'ya Sor Köşesi en sevdiğim kısımlardan biriydi. Kahkahalarla okudum desem çok doğru olur.😂
"Nasıl tanıştığımızı unutmayalım. Artık her sabah trene biniyorum."
"Artık mı? Yani öncesinde binmiyor muydun?"
Yüzünde bir gülümseme belirdi. "Yıllar sonra ilk defa trene bindiğim gün telefonumu kaybettiğim gündü. Şoförüm o hafta tatildeydi."
"Ama o zamandan sonra da binmeye devam ettin?"
"Artık bir sebebim vardı."
Graham'ın en başından beri Soraya'ya duyduğu hislerinin arkasında duruşunu, geçmişine rağmen Soraya'ya güvenmekten çekinmemesini, Soraya için yaptığı incelikleri ve tabii yürüyen bir karizma oluşunu çok sevdim.😂 Özellikle de gördüklerine rağmen yine de Soraya'nın açıklamasını beklediği, tüm kalbiyle inanmaya hazır olduğu o sahne de... eridim bittim ve Soraya'ya çok kızdım.💔 Ama geçmişlerinde aldıkları yaraları düşününce ikisini de sarıp sarmalama isteğime karşı koyamadım.
"Bu korkunç. Ne diyeceğimi bile bilmiyorum. Üzgünüm."
“Üzgün olma. Olacağı yokmuş.”
“Biliyorum ama bunun canını yaktığını görebiliyorum.”
“Burada seninleyiz, değil mi?”
“Bunun konuyla ne alakası var?”
“Çünkü olmak istediğim başka bir yer yok. Eğer hayatımdaki herhangi bir şey farklı olsaydı burada olmayabilirdim. Ben de anlamıyorum Soraya. Bunu. Aramızda olanları. Herhangi bir söz veremem. Sadece bitmesini istemediğimi biliyorum.”
Soraya'nın kendine güvenen, esprili, güçlü oluşunu ve ruh haline göre saçlarının uçlarını boyamasını çok sevdim. Fakat Genevieve ortaya çıktıktan sonra onun manipülasyonlarına karşı koyamaması beni rahatsız etti. Genevieve'nin hikayeye dahil ettiği çıkmazı atlatamamışken Soraya'nın onun etkisiyle yapmış olduğu hamleden hiç hoşlanmadım açıkçası. Bence bu kadarı fazlasıyla can sıkıcıydı. Yazarların nasıl bir sona götüreceğini bilmek içimi rahatlatsa da o anları okumaktan hoşlanmadım. Burada tek iyi şey Graham'ın Chole ile ilişkisini ilerletme çabasının güzelliğiydi diyebilirim. Ve bir yerden sonra her şeyin çok fazla tesadüflere, işaretlere dayanmasını pek sevemedim.
Ayrıca kitabın sonlarındaki Chance sürprizi... bayıldım, bayıldım! Onu yeniden görmek çok güzeldi. Şapşal keçiyi bile özlemişim.😂
Özetle sevmediğim birkaç detayı olsa da genel olarak keyifle okuduğum çok güzel, eğlenceli ve inanılmaz akıcı bir kitap oldu benim için. Sıradaki Vi kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum!
”Büyükannen canımın yanmasından korkmamam gerektiğini söyledi.”
“O bilge bir kadın. Onu dinlemelisin. Ama sana bir sır verebilir miyim?”
“Evet.”
“Benim ödümü patlatıyorsun Soraya.”
“Aynı şekilde.”
“Ama bilmemi sağlayan şey de tam olarak bu.”
“Neyi bilmeni?”
“Bunun gerçek olabileceğini.”
Gerçek bir şey.
“Yarın hakkında endişelenmeyi bırakıp sadece bugünün keyfini çıkarmayı öğrenmem gerekiyor,” diye fısıldadım.
Graham elimi dudaklarına doğru kaldırıp öptü. “Ertesi gün neler olacağını kimse bilemez ama eğer dünya yarın sona erecek olsaydı, senin yanın dışında olmak isteyeceğim hiçbir yer olmazdı. Bu bana bilmem gereken her şeyi söylüyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder