***
Sevdiğiniz kişiyi aldatmışken, kendinizle nasıl barışırdınız?
Kurtarmak için savaş verdiğiniz kişi sizi sırtınızdan bıçakladığında, hayatınıza nasıl devam ederdiniz?
İki sene önce Maggie Stevens ava başlamıştı.
Dört hafta önce ise aradığını bulduğunda ve Maggie’nin körü körüne güvendiği Quentin, onun bütün yalanlarını ortaya çıkardığında, hayatı yerle bir olmuştu.
Şimdiyse Maggie karanlıkta yaşıyor, fakat orada kalmayı planlamıyordu. M-Corp’u alaşağı etmesi gerekirken öylece duramazdı. Onu geri kazanma ihtimali varken olmazdı.
Parazit’le başlayan maceranın bu baş döndürücü sonunda, Maggie’nin bütün dünyaya gerçekleri göstermesi gerekecekti. Peki ya bunun bedeli ne olacaktı?
Her şey.
***
Jessica Shirvington, kalbimi yine paramparça ettin!
Parazit’i bitirdiğim andan itibaren Panzehir’i okumak için çıldırıyordum. Kitabı aldıktan sonra seriye veda etmemi geciktirmek için bir süre okumayı reddettim tabii, orası ayrı konu. Ama daha fazla erteleyemeyeceğimi kabul ederek başladım.
Yazarın dili inanılmaz akıcıydı ve aksiyonu fazlasıyla yerindeydi. Bir gün gibi bir sürede kitabı tükettim. Ama ben de TÜKENDİM. Olanları sindiremiyorum. Hiç hazırlıklı değildim. Evet her şey mükemmel ilerleyemez, bir yerde bir şeyler olacağını biliyordum fakat bunu bilmek pek de işe yaramıyor.
Ayrıca Mags ve Quin’in babalarından ilk sayfadan son sayfaya kadar nefret ettim. NEFRET!
Distopyaları ne kadar az okusam da gerçekten sevdiğimin farkına vardım son günlerde. Berbat bir düzende işleyen dünyaları beni ne kadar sinirlendirse de o düzenin yıkılışını okumak kadar da büyük bir keyif yok. Umut veriyorlar bana.
Çoğunda insafsız, acımasız ölümlerle karşılaşıyoruz ve pek çok kayıp veriyoruz okurken fakat bunlar canımı yakmayı başarıyorsa o kitabı ne kadar sevmiş olduğumu anlatmama fazla gerek kalmıyor bence.
Panzehir kesinlikle bunlardan biriydi.
İnanın canımı bundan daha fazla yakamazdı!
Parazit’i okuduğumda Maggie’den nefret etmiştim. Hem de çok fazla. Fakat Panzehir’le, ne zaman olduğunu bilmiyorum, onu sevmeye başladığımı fark ettim. İlk kitaptaki o berbat düşüncelerini bırakıp Quin’e sonunda hak ettiği değeri verdiği için sanırım bu duygu değişimim. Güçlendiğini görmek, onu gerçekten sevenlere değer verdiğini görmek çok güzeldi.
“Her şey iyi olacak Quin. Bunu beraber yapacağız,” diye açıkladım. “Birbirimizden ayrılmamız mümkün değil. Bunu biliyorum çünkü sana verecek o kadar sevgim var ki bu soradan bir ömürden daha uzun sürer.”
Quin... Onu ilk kitaptan beri delice seviyorum ve bir kez daha ne kadar doğru bir kararda olduğumu görmüş oldum. Maggie canına okurken bile onu öyle güzel seviyordu ki... Söyler misiniz, bu kadar güzel seven bir adamı ben nasıl sevmem?
“Seni her şeyimle seviyorum Maggie. Her zaman emin olduğum tek şey buydu.”
Şimdi ise Quentin’den sonra en sevdiğim karakterden bahsetmek istiyorum: Gus!
Gus mükemmel bir adamdı. MÜKEMMEL!
Ve kesinlikle bir dehaydı.
Beni en çok eğlendiren ve en çok canımı yakan karakterdi.
İçinde olduğu durumlarla mücadele şekli, Maggie’nin tüm yaptıklarına rağmen hep yanında oluşu... Çok, çok güzeldi.
Gözyaşlarım dökülürken, “En iyi arkadaşımsın Gus,” dedim.
Gülümsemeye çalıştı. “Tek arkadaşın.”
“Her ailenin bir Gus’a ihtiyacı var.”
“Bir şeyleri patlatmayı sevse bile mi?”
Quentin omzunu silkti. “Bunun faydaları var.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder